İnsanlık tarihi boyunca sorulan en eski ve en zor sorulardan biride “Ben kimim?”dir. Bedenim miyim? Düşüncelerim mi? Yoksa gözlemleyen bir farkındalık mıyım?
Bu sorular yalnızca bir kişisel arayış değil, bilincin ontolojisi, yani “varoluşun özü olarak bilinç” konusundaki en temel felsefi tartışmadır.
“Kendini bilen, Rabbini bilir.” – Hz. Ali
Bilincin Doğası Madde mi, Ruh Mu?
Modern bilim uzun yıllar boyunca bilinci beynin karmaşık bir yan ürünü olarak gördü. Nöronlar, elektrik sinyalleri, kimyasal iletimler vb. Ancak şu soru hep havada kaldı.
“Eğer bilinç yalnızca beyindeki elektriksel süreçlerden ibaretse, ben ‘ben’ olduğumu nasıl fark ediyorum?”
Bu soru bizi fizikalizm (her şey maddedir) ve idealizm (her şey bilinçtir) arasındaki kadim tartışmaya götürür. Günümüzde “panpsişizm” olarak bilinen yaklaşım, evrendeki her parçacığın az ya da çok bir bilince sahip olduğunu savunur.
Benzer şekilde “Evrensel Bilinç Teorileri: Panpsişizm” başlıklı yazımızda bu konunun derinliklerine inmiştik, merak edenler o yazıya da göz atabilirler.
Kuantum Bilinç ve Benlik Deneyimi
Fizik ve felsefe de bu konuda bir noktada buluşmaktadır, çünkü kuantum teorisine göre, gözlemci, gözlenen şeyi değiştirir. Bu da bilincin pasif bir izleyici değil, aktif bir yaratıcı olduğunu gösterir. Roger Penrose ve Stuart Hameroff’un “Orch-OR Teorisi” (Orkestral Objektif Redüksiyon) bu noktada dikkat çekicidir. Çünkü bu teoriye göre bilinç, beynin mikrotübüllerinde gerçekleşen kuantum süreçlerinin sonucudur.
Yani benliğin özü nöronların ötesinde, kuantum bilgi alanındadır. Bu nedenle “Ben kimim?” sorusunun yanıtı, “Ben bir beden değilim, bir bilinç dalgasıyım.” olabilir.
Bu görüş, “Bilinç Simülasyonu ve Holografik Evren Teorisi” yazımızda anlattığımız “gerçeklik bir zihin projeksiyonudur” düşüncesiyle de örtüşmektedir.
“Ben” Denen Şeyin Katmanları
Tasavvuf ve doğu mistisizmi, benliği tek katmanlı bir olgu olarak değil, çok katmanlı bir bilinç alanı olarak görür.
- Nefs (Ego) – Kimlik, kişilik, geçmişin izleri.
- Kalp – Duygusal farkındalık, sevgi ve sezgi merkezi.
- Ruh – İlahi bilinçle doğrudan bağlantı noktası.
Bu katmanları aşmak, “ben”in sınırlı algısından “Birlik Bilinci”ne geçmek anlamına gelir. Mevlana bunu şöyle özetler: “Benliğini bırak ki, O’nu bulasın.”
Felsefi Perspektif: Descartes’tan Sartre’a “Ben”
Descartes’ın ünlü ifadesi (Düşünüyorum, öyleyse varım) bireysel bilincin temelini oluşturmuştur. Ancak çağdaş filozoflar (Sartre, Husserl, Dennett) “Varım, öyleyse düşünüyorum.” diyerek bu önermeyi tersine çevirmiştir.
Yani bilinç, düşüncenin sonucu değil, varoluşun ön koşuludur. Bu fark, ruhsal öğretilerdeki “Ben bilincin kaynağıyım” anlayışıyla paraleldir. Aslında bilincin ontolojisi, felsefeyle tasavvufun kesiştiği nadir noktalardan biridir.
Benlik Bir Süreçtir, Nesne Değil
Nörolojik araştırmalar gösteriyor ki, “benlik” beyinde tek bir noktada yer almaz. Beyin bir “ben” merkezi üretmez, yalnızca devam eden bir deneyim akışı oluşturur. Bu da bilinci sabit bir varlık değil, akışkan bir süreç haline getirir.
Budizm bu durumu “anatta” (benliksizlik) kavramıyla ifade eder. Bu ifadeye göre “ben” bir yanılsamadır, kalıcı olan yalnızca farkındalığın kendisidir.
“Ben”, Birlik Bilincinin Yansımasıdır
Bilincin ontolojisi bize şunu söylemektedir, “Ben” bireysel değil, evrensel bir fenomendir. Kendimizi ayrı birer varlık olarak algılasak da, aslında hepimiz aynı “Benlik Alanı”nın farklı yansımalarıyız.
Bu perspektif, insanın anlam arayışını kişisel boyuttan kozmik boyuta taşımaktadır. Yani “Ben kimim?” sorusu sonunda şu yanıtla birleşir; “Ben, bütünün farkında olan bir parçasıyım.”
Kaynaklar:
- Ibn Arabi, Futuhat al-Makkiyya.
- Sartre, J.P. Being and Nothingness.
- William James, The Principles of Psychology.
- Penrose, R. & Hameroff, S. Consciousness in the Universe.
- Chalmers, D. Facing Up to the Problem of Consciousness.








Bir yanıt yazın