Yokluktan Hakiki Varlığa Yolculuk
Tasavvufi yolculuk, insanın nefsini tanıyarak Hak’ta yok olması ve yeniden O’nda var olması sürecidir. Bu yolculuk iki büyük mertebede özetlenmektedir, Fenâ (yokluk) ve Bekâ (kalıcılık). Birincisi, benliğin ilahi varlık karşısında erimesi, ikincisi ise, bu erimeyle birlikte hakiki varoluşa kavuşmadır.
Tasavvuf ehline göre, “ölmeden önce ölmek” işte bu dönüşümün özüdür. Bu ölüm, bedensel değil, nefsin ölümüdür, benliğin, kibirin, sahiplik duygusunun çözülmesidir. Kişi, bu halin ardından Allah’ın varlığında dirilir, bu da Bekâ Fillah, yani Allah’ta kalıcılıktır.
Fenâ: Benliğin Çözülüşü
“Fenâ” kelimesi Arapça’da “yok olmak, erimek” anlamına gelir. Tasavvufta ise fenâ, insanın kendi varlığını silerek yalnızca Allah’ı görme hâlidir. Bu makamda kul, “Ben yaptım” demez, “O yaptı” der. Çünkü her fiilin gerçek faili Allah’tır. Fenâ hâline ulaşan kişi, nefsinin perdelerini kaldırır ve hakikati doğrudan idrak eder.
Mevlânâ, bu hâli şöyle anlatır: “Benliğini yitirdin mi, Hak seni bulur. Çünkü sen var oldukça O gizlidir.”
Fenâ, bir yok oluş değil, benliğin dönüşümüdür. Kişi, kendi varlığını değil, sınırlı benliğini kaybeder, sonsuz bilince açılır.
Fenâ Fillah ve Aşkın Yokluğu
Fenâ hâli, özellikle aşk ile bağlantılıdır. Hakiki aşk, insanın kendinden geçip yalnızca Sevgili’yi görmesi demektir. Bu yüzden tasavvuf şiirlerinde “ölmek” veya “yanmak” imgeleri sıkça kullanılır. Hallâc-ı Mansûr’un “Enel Hak” sözü, Fenâ hâlinin en çarpıcı ifadesidir. O, benliğini yok etmiş ve Allah’ta erimiştir.
Bu yüzden kendi varlığından değil, Hak’tan konuşmuştur. Bu mertebe, bir yanıyla İbnü’l Arabî‘nin “Vahdet-i Vücud” öğretisinin yaşanabilir hâlidir.
Bekâ: Yoklukta Var Olmak
Fenâ’nın ardından gelen Bekâ, yokluğun ardından ilahi varlıkla kalıcılık demektir. Artık kul kendi benliğini değil, Allah’ın varlığını taşır. Bu aşamada kişi, Allah’ın sıfatlarıyla sıfatlanır, merhamet, adalet, sabır ve hikmet onun yaşamında tecelli eder.
İbn Arabî’ye göre: “Fenâ, kulun kendi varlığından kurtulmasıdır. Bekâ, Hak varlığıyla yeniden var olmasıdır.”
Bekâ hâli, tasavvufta insan-ı kâmil makamına yükseliştir. Artık kişi, Allah’ın iradesiyle hareket eder. Onda “ben” yoktur, yalnızca “O”nun tecellisi vardır.
Fenâ ve Bekâ Arasındaki Denge
Fenâ, “hiçlik bilinci”, Bekâ ise “ilahi bilinçle varlık”tır. Bu iki makam birbirinin zıttı değil, tamamlayıcısıdır. Fenâ’da insan kendini yok eder, Bekâ’da ise hakikî benliğine kavuşur. Bu dengeyi kuramayan kişi, ya benliğinde kaybolur ya da yoklukta kalır. Tasavvufun nihai hedefi, bu iki hâli birlikte yaşayabilmektir: “Yoklukta var, varlıkta yok” olabilmek.
Fenâ ve Bekâ’nın Psikolojik Yorumları
Modern psikoloji, bu kavramları benliğin dönüşümü olarak yorumlar. Egonun çözülmesi (ego death), bilinçteki genişleme ve kendini aşma hâlleri, Fenâ deneyimiyle benzerlik gösterir. Bu yüzden transpersonal (benötesi) psikoloji, tasavvufun kavramlarına yeniden ilgi duymuştur.
Fenâ, bilincin sınırlı kimlikten özgürleşmesi, Bekâ ise kozmik bilinçle birleşme hâlidir. Bu bağlamda tasavvuf, sadece dini bir yol değil, ruhsal evrimin psikolojik bir modeli olarak da görülebilmektedir.
Fenâ ve Bekâ’nın Günümüzdeki Anlamı
Bugünün hız ve benmerkezcilik çağında Fenâ ve Bekâ, insanın içsel dengeyi yeniden kurmasının yolları olarak anlam kazanıyor. Fenâ, “nefsin gürültüsünü susturmak”, Bekâ ise “hakikatin sessizliğinde kalabilmek”tir.
Bu anlamda “Halvet ve Sessizlik” yazımızda da değindiğimiz gibi, insanın içe dönüşü, ilahi bilinci diriltir.
Yoklukta Kaybolmak, Hakikatte Kalmak
Fenâ ve Bekâ, insanın yaratılış gayesini hatırlamasının iki kapısıdır. Birinde nefs ölmekte, diğerinde ruh dirilmektedir. İkisi bir arada yaşandığında, insan “ben” olmaktan çıkar, “biz” olur, sonra o “biz” de yok olur ve sadece “O” kalır.
Mevlânâ’nın diliyle: “Ben yokum, yalnız O var, O da benimle görünür, ama ben değilim.”
Kaynaklar:
- Abdülkerim el-Cîlî, İnsan-ı Kâmil.
- İbnü’l Arabî, Fütûhâtü’l-Mekkiyye.
- Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Mesnevî.
- William Chittick, The Sufi Path of Love.
- Annemarie Schimmel, – Mystical Dimensions of Islam.








Bir yanıt yazın